minwa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
minwa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2016 Cumartesi

Sudaki Gençlik İksiri(赤ん坊になったおばあさん)

Evvel zaman içinde bir dağın eteğinde yaşlı bir karı-koca yaşıyormuş.
Yoksul bir hayat sürüyorlarmış, yaşlı adamın dağda yaptığı odunları satarak geçiniyorlarmış.

Günlerden bir gün yaşlı adam, yine dağa odun yapmaya giderken,

"Bugün çok odun yapıp karımı sevindireyim." diye hayal kurmuş.
Bütün gün canla başla çalışmış, koca bir yük odun yapmış.
Artık eve dönmeye karar vermiş.
Fakat odun yükü sırtında taşıyamayacağı kadar ağırmış.
Çok çalıştığı için de yorgun düşmüş.


O gün çok sıcakmış.
Yaşlı oduncu çalışırken kendini işe o kadar kaptırmış ki,
bütün gün su içmek aklına bile gelmemiş.
Susuzluktan boğazının kuruduğunu ancak işini bitirince farketmiş.
Mırıldanmış: "Çok susamışım... Yola koyulmadan su içmeliyim."
Yanındaki su matarası boşmuş. Hava kararmaya başlamış.
Yorgunluktan adeta ayaklarını sürüyerek su aramaya koyulmuş.
Sonunda bir pınar bulmuş, şırıl şırıl akan suya eğilip kana kana içmiş.
Su içince yaşlı adama canlılık, dinçlik gelmiş, yorgunluğundan eser kalmamış.
Derin bir nefes almış.
Neşeyle mırıldanmış: "Ohh! Su içince kendime geldim, canlandım...
Karım şimdi beni bekliyordur, merak etmiştir. Hemen eve döneyim."
Karısını düşünerek çabuk çabuk dağı aşıp eve dönmüş.
Kapıdan içeri girerken, sırtı kapıya dönük karısına sevgiyle,
"Ben geldim." demiş.
"Aa erken geldin.. Hoş geldi.." diyerek adama dönen karısı,
karşısındakini görünce çok şaşırmış.
"Sen de kimsin?", "Yanlış eve girdin" demiş, "yoksa yolunu mu kaybettin?"
"Ne diyorsun hanım?" demiş adam, "Şakanın sırası mı şimdi?"
"Şaka yapan sensin, delikanlı." demiş, yaşlı kadın.
"Neyse, Tanrı misafirisin anlaşılan.. İçeri girip biraz dinlenebilirsin.'' Karısının şaka yapmadığını anlayan adam, bu garipliğe bir anlam verememiş,
nedenini düşünmeye başlamış.
Düşünceli halinde her zaman yaptığı gibi, parmaklarını yüzünde gezdirirken
bir tuhaflık hissetmiş, yüzündeki kırış kırış hayat çizgileri sanki yokolmuş!
.. Hemen bir kavanoza su doldurmuş, eğilip içine bakmış,
gördüğü şeye çok şaşırmış!
Suya akseden yüzü, pürüzsüz gençlik haliymiş.
"Ben... ben genç oldum! Hem de çok genç olmuşum! Nasıl oldu bu?"
diye mırıldanarak odanın içinde heyecanla dolaşmaya başlamış.
"Bey, sana ne oldu böyle? Nasıl bu hale dönüştün?" demiş karısı,
"Her şeyi ben de bilmek istiyorum."

Adam o gün evden çıktıktan sonrasını bir bir anlatmış.

Pınardan su içtikten sonra günün bütün yorgunluğunun üzerinden
nasıl uçup gittiğini de anlatmış.
"O pınarda içtiğin su yüzünden olamaz mı?" demiş karısı.
"Su mu? Aa evet, su.. Olabilir.. Sudur.. O su beni gençleştirmiştir!
O pınardan su içtikten sonra vücudum kuş gibi hafiflemişti." demiş adam.
"Öyle mi..? Öyleyse ben de gideyim, o sudan içeyim yarın" demiş karısı.
Bu düşünce karı-kocayı pek sevindirmiş.
"Evet hanım, git, sen de iç o pınardan" demiş adam,
"sen de gençleşirsen, daha uzun yıllar beraber yaşayabiliriz!''
Ertesi gün yaşlı adam uyanınca karısının yanında olmadığını hemen farketmiş,
aklına gelen düşünceyle gülümsemiş!.
"Ha... Dağa gitmiştir!. İnşallah o pınarı bulur.'' Adam karısının genç halini düşleyerek, dört gözle eve dönmesini beklemiş.
Öğlen olmuş, akşam olmuş ama karısı hala gelmeyince iyice meraklanmış.
"Hımm,, yolu mu kaybetti acaba? Gidip arayayım onu..''
Endişelenen adam, soluğu dağda almış, karısını aramaya başlamış.
Her tarafa bakmış, fakat karısından hiç bir iz yokmuş, hava da kararmaya başlamış."Neredesin? Nereye kayboldun?" diye seslenmiş.O esnada uzaklarda bir bebek ağlaması duymuş. "Dağın başında bu bebek sesi de neyin nesi..?" diye, ağlama sesinin geldiği yere yönelmiş. Gerçekten de orada ağlayan bir bebek görmüş. Suyun başında oturuyormuş. Adam gördüğü şey karşısında şok olmuş.. Her şeyi bir anda anlamış.
Karısı, onu sevindireyim diye ırmağın iksirli suyunu içtikçe içmiş,
ama ölçüyü fazla kaçırdığı için bebeklik haline dönüşmüş. Karısını çok seven adam, üzüntüden ağlamaklı olmuş! ''Sen... sen bir bebek mi oldun? Ah!.. Biz bundan sonra ne yapacağız?"
Bebek, adamın şefkatli kucağında ağlaya ağlaya uykuya dalmış.


23 Kasım 2014 Pazar

Uzun Saçlı Prenses(髪長姫)

Evvel zaman içinde Kino ülkesi*nde balıkçı bir çift yaşarmış. Çocuk özlemi ile yanıp tutuşan bu genç çiftin çocukları olmuyormuş. Aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalamış, bir gün balıkçı adama mutlu haber verilmiş, eşi hamile imiş. Günü gelince balıkçı kadın doğum yapmış. Bir kız çocukları dünyaya gelmiş. Balıkçı karı-koca bir çocuk sahibi oldukları için mutluluktan havaya uçuyormuş. Ama bu mutluluklarına bir gölge düşmüş, çocuklarının saçı bitmiyormuş. Çocuklarının saçının çıkmasını yıllar boyunca umutla bekleyip durmuşlar. Küçük kızın saçı hiç çıkmamış. Balıkçı çift bu garip duruma bir anlam verememişler. Kızlarının saçlarının hiç bitmeyebileceğini düşündükçe de üzüntüden kahroluyorlarmış.
Aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalamış. Bir gün ufukta garip bir ışık belirmiş. Kıyıdan izleyen insanlar çok parlak bir ışık yayan bu şeyin ne olduğunu bilemedikleri için çok korkmuşlar. O ışık o andan sonra orada hep beliriyormuş. Geçimlerini balıkçılık yaparak sağlayan yöre halkını büyük bir korku sarmış, çünkü kaynağı belirsiz bir muamma olarak kalan o ışık, zaman zaman çok güçlü bir parlaklık yayıyormuş. O zaman fırtına çıkıyormuş ve balıklar ortadan çekiliyormuş. Balıkçılar artık balık tutamaz olmuş. Orası küçük bir balıkçı köyüymüş. Balık tutamadıkları zaman aç kalıyorlarmış.
Minik kızın anne-babası da bu garip ışığın sebebini merak etmişler. Bu olayların kel kızlarıyla bir ilişkisi olup olmadığını düşünmeden edememişler. Eğer minik kızlarının saçı bitmediği için köyleri cezalandırılıyorlarsa, Tanrı'dan affedilmeleri için bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünmüşler. Köylülerin denize açılmadığı bir gün, ışığın parladığı ufka gitmeye karar vermişler. Kayıkla denize açılarak, ışığa doğru kürek çekmeye başlamışlar. Işığa yaklaştıklarında yeniden büyük bir fırtına çıkmış. Çok korkmuşlar fakat geri dönmemişler. Sonunda o ışığın parladığı noktaya gelebilmişler. Işık denizin dibinden geliyormuş.
Anne, beline bir halat bağlamış, halatın ucunu ise kocasına vermiş. Korkudan ödü patlıyormuş fakat yine de fırtınalı denize dalmış. Deniz çok dalgalanmış. Anne, denizin dibine doğru dalmaya çalışırken çok güçlü parlaklık yayan o ışığı görmüş ve oraya dalmış. Işığın kaynağını görünce hayretler içinde kalmış. Denizin dibinde çok küçük bir Kan-non heykeli** varmış, o büyük ışık kaynağı o küçücük heykelcik imiş. Anne, bu kadar küçük heykelin yaydığı güçlü ışığa şaşırırken, Kan-non'un, kendi varlığını fark ettirmek için böyle parlak bir ışık saçtığını düşünmüş.
Anne, dibe dalarak Kan-non'u eline almış, kucaklayıp yukarı çıkmaya başlamış. Birden bire bir kayanın arkasına saklanmış olan büyük bir Müren balığının saldırısına uğramış. Kaçmaya çalışmış ama Müren balığı vücuduna dolandığı için hareket edememiş. Kayıktaki kocası, haladın aniden sert bir şekilde çekildiğini fark edince, aşağıda ters bir şeylerin olduğunu anlamış ve denize dalmış, dibe inmiş. O zaman karısına saldıran Müren balığını görmüş, can havliyle sevgili karısını kurtarmaya çalışmış. Kemerine takılı kılıfından avcı bıçağını çıkarıp Müren balığı ile savaşmaya başlamış. Balıkçı Müren balığı ile savaşırken serbest kalan karısı, kendisine "Git" diye işaret eden kocasını arkada bırakıp, kaçarak suyun yüzeyine çıkmış. Yüreği güm güm çarparak kocasının suyun yüzeyine çıkmasını beklemiş. Ama vakit geçtikçe acı gerçek karşısında kocasından ümidini kesmiş. Müren balığı balıkçıya dolanarak onu daha da derinlere sürüklemiş. Balıkçı son nefesini denizin dibinde vermiş.
Anne, kucağında heykel ile kıyıya dönmüş. Kayıktan kıyıya çıkar çıkmaz yere yığılmış ve oracıkta ölmüş. O anda fırtına dinmiş, deniz durulmuş. Her şey eski haline dönmüş. Denizin derinliklerine çekilen balıklar yeniden ortaya çıkmış.
Köylüler kadıncağızın etrafını sarmış. Küçük kızcağız annesine sarılarak ağlamış.
Köylüler Kan-non heykelciğini köyün en yüksek tepeciğine götürüp, orada küçük bir tapınak kurmuşlar. Tapınağın yanına da fedakar annenin kabrini yapmışlar.
Küçük kızı ise hayırsever bir köylüsü evine almış, kendi evladı gibi bakımını üstlenmiş.
Küçük kız, her gün tepeciğe çıkarak, annesinin kabristanını ziyeret etmeyi ve Kan-non'a dua etmeyi unutmamış.
Günlerden bir gün, derin bir uykuya dalmış. Rüyasına Kan-non girmiş, anne ve babasının dileğini gerçekleştireceğini söylemiş. Ertesi gün derin bir uykudan uyanan küçük kız, yüzünde hissettiği yumuşacık şeye dokununca hayretler içinde kalmış. Upuzun ipeksi simsiyah saçları varmış. Sevinçle dışarı çıkarak köyün içinde koşmaya başlamış. Sevinçten çığlıklar atarak karşısına çıkan herkese rüzgarda uçuşan ipek gibi saçlarını gösteriyormuş. Bir solukta tepeye koşmuş, Kan-non heykeline ve annesinin kabristanına gidip şükran duygularıyla teşekkür etmiş.
Küçük kız, uykusunda sahip olduğu harika saçlarının annesi ve babasının armağanı olduğu hissine kapılmış. O günden sonra saçları uzadıkça gürleşmiş, gürleştikçe uzamış. Omuzlarına dökülen ipeksi simsiyah saçları o kadar gözalıcıymış ki, herkes ona "Uzun Saçlı Prenses" demeye başlamış. Uzun Saçlı Prenses'in gerçek ismini artık kimse hatırlamıyormuş.
Uzun Saçlı Prenses saçlarını taramayı çok seviyormuş. Kuğu gibi uzun ince boynundan beyaz tenli omuzlarına dökülen saçları o kadar gürleşmiş ki, ne zaman saçlarını tarasa eline bir tutam saç gelirmiş. Artık genç bir kız olan Uzun Saçlı Prenses, saçlarını taradıkça dökülen saçlarını atmaya kıyamamış, onları bahçedeki ağacın dallarına asmış.
Bir gün Kyoto'daki Padişah, bahçesindeki kuş yuvasına asılı upuzun bir tutam saçın rüzgarda salındığını görmüş. Merakla yuvanın yanına gitmiş. Gördüğü şeye hayran olmuş; ipek gibi yumuşak, inci gibi parlak, bu simsiyah saçların süslediği başın da çok güzel olduğunu düşünmüş. Buyruk vermiş: Bu harikulade saçlar her kime aitse tez bulunup huzuruma getirilsin diye buyurmuş. Bu muhteşem saçların sahibini karım yapacağım diyerek, işin ciddiyeti konusunda herkesi uyarmış.
Saraydan dört bir yana atlılar dağılmış. Bütün ülke karış karış aranmış. Günler sonra Uzun Saçlı Prenses bulunmuş ve hemen Kyoto'ya davet edilmiş. Duyduklarına inanamayan Uzun Saçlı Prenses, bir solukta annesinin kabristanına gidip, anne ve babasına teşekkür etmiş. Olanları anlatarak, Kyoto'ya gideceğini iletmiş. Son kez vedalaşıp köyden ayrılmış.
Kyoto'da Padişah, Uzun Saçlı Prensesini heyecan ve sevinçle bekliyormuş. Simsiyah saçları omuzlarına dökülen Uzun Saçlı Prensesi görür görmez aşık olmuş. Uzun Saçlı Prenses ile padişah bir ömür boyu mutlu kutlu yaşamış.



* Kino ülkesi; Şimdiki Wakayama ili.
**Kan-non; Guan Yin. Budistler tarafından kutsal olarak kabul edilip tapılan bir merhamet tanrısı.

http://www.dailymotion.com/video/xhpk99_0040-%E9%AB%AA%E9%95%B7%E5%A7%AB_creation

27 Mart 2014 Perşembe

Ohana Jizo(お花地蔵)

Evvel zaman içinde, Oharu (Bahar) adındaki yaşlı kadın ve torunu Ohana (Çiçek) beraber yaşıyorlarmış.
Ohana’nın annesi ve babası, Ohana henüz üç yaşındayken peş peşe ölmüş.
Oharu, çok üzülmüş, çok üzgünmüş. Kendini artık tümüyle Ohana'nın bakımına ve yetişmesine adamış.

Ohana'nın hiç kız arkadaşı yokmuş. O, oğlanlar ile oynamayı daha çok seviyormuş. Oharu, torununun erkek çocuklar gibi acar, çevik ve sağlıklı büyümesine içten içe seviniyormuş.
Nine Oharu tarlada çalışırken, Ohana ise oğlanlarla çelik çomak oynarmış. Akşamları eve geldiklerinde, "’Nineciğim, bugün de ben kazandım." diye övünmeye başlarmış.

Ninesi Oharu, ne kadar ‘’Kızlar öyle oynamaz, sadece erkekler sopayla oynarlar.’’ diye torununa tembih etse de, Ohana, buna şöyle cevap verirmiş:
‘’Ben kız olarak doğmuşum ama çelik çomak oynamayı çok severim!’’
Ohana, bıkmadan her gün her gün sevdiği oyunları oğlanlarla oynarmış.

Ohana yedi yaşına gelmiş.

Son bahar gelmiş, ekinlerin hasadı başlamış.bütün köylüler canla başla ekinleri hasat etmek için çalışıyorlarmış.
Ohana ise hasadın ilk günlerinde yine çelik çomak oyununa kendini kaptırmış görünüyormuş. Ama bir gün birdenbire ninesi Oharu’ya şöyle demiş:
"Nineciğim, ben artık artık çelik çomak oynamayı bırakacağım ve sana yardım edeceğim.’’
Oharu, torununun bu sözlerine çok sevinmiş, fakat hemencecik umutlanmamış. Çünkü torunu Ohana, şimdiye kadar çelik çomak oynamaktan başını kaldırıp da başka şeylere hiç ilgi göstermemiş. Hatta böyle şeyleri de şimdiye kadar hiç söylememişti.
Yine de ninesi Oharu, torunundan bu sözleri duyduğu için çok mutlu olmuş, gizlice sevinç gözyaşları döktürmüş Ohana'nın arkasından.

Hasat bitmiş, Sonbahar gitmiş, Kış gelmiş. Köyde boğmaya salgını başlamış. Salgın Ohana'ya da bulaşmış. Ohana, yataklara düşmüş. Çok kötü öksürüyormuş. Öksürüğü hiç kesilmiyormuş. Ninesi ise Ohana'nın etrafında dört dönüyormuş.  Ohara'ya iyi bakmak için didinip durmuş. Gece gündüz başından ayrılmamış. Torununun iyileşmesi için bütün bildiği bütün çarelere başvurmuş. Bir yandan da torununu teskin etmeye çalışıyormuş:
"Ohana, baharın gelmesine az kaldı. Havalar ısınınca iyileşmiş olursun. Biraz daha dayan kızım!"
‘’Tamam, nineciğim." diyen Ohana, yeniden öksürük nöbetine tutulmuş.
Küçücük köylerinde ne ilaç ve ne de doktor varmış. Ohanu, torununun iyileşmesi için  ne kadar çırpınsa da, Ohara, iyileşememiş, durumu gittikçe daha da kötüleşmiş. Bir gün Oharu'dan hiç ses gelmemiş. Ninesinin korktuğu başına gelmiş, Küçücük Oharu, hayata veda etmiş.
Nine Oharu, çaresizlik içinde torununun cansız bedenine sarılıp hüngür hüngür ağlamış.

Ohana öldükten sonra, Oharu, ruhunu kaybetmiş gibi günlerce Butsudan*ın başında oturup, hiç kımıldamadan boş boş bakıyormuş.
Komşular Oharu'nun bu halinden endişelenip, sık sık ondan haber almaya gelirmiş. Yiyecek birşeyler de getirirlermiş. Fakat Oharu, elini hiçbir şeye sürmezmiş, öylece boş boş bakınıp dururmuş. Komşuları onun bu durumundan kaygılanmaya başlamış.

‘’Oharu teyze, size yemek getirdik. Hiç yoksa bir lokma birşeyler yemelisiniz, yoksa hasta olacaksınız. Bunu söylemek bizim için de çok zor ama, Ohana şimdi bir melek olarak cennettedir ve yavrucak cennetteki annesine ve babasına kavuşmuştur belki şimdi. Onun için artık bu kadar kendinizi üzmemelisiniz. Bu kadar kederlenip dertlenmemmelisiniz."  demişler.

Komşusu bunları söyleyince, Oharu,  en sonunda kafasını kaldırıp, şöyle demiş:
"Evet. Ben de sadece hep onu diliyorum... ama .. Ohana çok küçük idi. Yolunu kaybetmeden anneciğine ve babacığına gidebildi mi acaba? Ya bir yerde yolunu kaybetmişse, ya yalnızlıktan ağlıyorsa.... ‘’ diye kaygısını dile getirmiş.

Akşam olmuş, komşular evlerine dönmüş. Oharu yine kendisiyle başbaşa kalınca, torununu düşünmeye başlamış.
‘’Ohana iyi mi acaba? Bir yerlerde beni arıyor olabilir. Yanlızlık içinde ağlıyor olabilir."
Oharu'nun aklından Ohana'nın ağlaması çıkmıyormuş. O geceden sonra Ojizo-samayı oymaya başlamış.
Ojizo-sama, çocukları koruyan tanrı olarak, ölmüş çocuklara cennete kadar rehber eder denir. Onun için Oharu, torunu Ohana'nın, yolunu  kaybetmeden cennete gidebilmesi için Ojizo-sama yapmaya karar vermiş. Oharu teyze her gün hiç ara vermeksizin Ojizo-sama yapacağı kayayı oymuş, yontmuş.

 Bu çok zor bir işmiş ve Oharu, bu iş için çok yaşlıymış ama her gün durmadan yontmaya devam etmiş. En sonunda baharın gelişiyle birlikte ojizo-sama da tamamlanmış.

Ojizo-sama, minicikmiş ve Ohana’ya tıpatıp benzeyen sirinmi şirin bir suratı varmış.

Ojizo-samayı bitiren Ohana'nın içi rahatlamış, ferahlamış. Kendi kendine mırıldanmış:
"Ohana'm, yavrucağım artık cennette anne ve babasına kavuşmuştur."

Sonra Ojizo-samayı bütün köyden görülebilen bir tepeye yerleştirmiş.

Zaman geçtikçe bu ojizo-sama'ya bütün köylü tarafından Ohana-jizo’’ denmeye başlamış. Köyün çocukları boğmaca olunca bir gelenek olarak Ohana’nun sevdiği kavurma pirinç pişirilir verilirmiş Ojizo-samaya. Hasta çocuklar ise kısa zamanda iyileşip ayağa kalkarlarmış, yine eskisi gibi cıvıldamalarına devam ederlermiş.




(Tochigi ilin masalı)

Kaynakça
http://hukumusume.com/douwa/pc/jap/12/12.htm
http://www.dailymotion.com/video/xkrj82_mnmb-%E3%81%8A%E8%8A%B1%E5%9C%B0%E8%94%B5_creation

9 Mart 2014 Pazar

Sülün Ötmezse Vurulmaz(キジも鳴かずば撃たれまい)



Evvel zaman içinde, Saigawa nehrinin etrafında küçük bir köy varmış. Köylüler bu nehrin çok nimetini görür, kıymetini bilirmiş. Ama sel baskınları nedeniyle de büyük zorluklar içinde yaşarlarmış. Bu nehir her sonbahar yağmurlarıyla taşar, tarlaları sel basarmış. Sel suları evleri, insanları alıp götürürmüş. 
Nehir her taştığında çok can alırmış. 

 Bu köyde Ochiyo adındaki kızıyla beraber yaşayan Yahei adında bir adam varmış. Ochiyo’nun annesi şiddetli yağmurlardan taşan son sel basınına kapılmış, seller kadıncağızı alıp götürmüş, canını almış. Baba ile kız başlarına gelen bu talihsiz felaketten dolayı çok acı çekmişler. Bu olaydan sonra fukaralar daha da yoksullaşmışlar, fakat yine de hayata tutunmaya devam etmişler. Yahei ve Ochio, mütevazı yaşamlarında mutluymuşlar.

Yine yağmur mevsimi gelmiş. Yağmur gittikçe şiddetleşmiş.
Tam da o günlerde Ochiyo, ağır bir hastalığa yakalanmış. Fakat garipler o kadar yoksulmuş ki, doktor çağıracak paraları dahi yokmuş. Yohei, kızına şöyle demiş:
‘’Ochiyo.. Benim fakirliğim yüzünden doktor çağıramayız ama senin iyileşmen için elimden geleni yapacağım. İyileşeceksin kızım. Sen iyileştiğinde yine beraber oynayacağız. Hadi, gel!. Sana darı haşladım. Onu ye, iyileşirsin.’’
Yahei, pişirdiği yemeği Ochiyo’ya yedirebilmek için çırpınmış durmuş. Hasta kızını kendi elleriyle beslemek istemiş, yemeği kızının ağzına küçük lokmalar halinde koymaya çalışmış ama Ochiyo yememiş, sadece kafasını sallamış.Hayır, bunu yemek istemiyorum. Ben artık darı yemeği istemiyorum. Ben Azuki* mamasını yemek istiyorum.” demiş.
Ochiyo’nun istediği Azuki maması, sekihan denilen yemekmiş. Ochiyo, Azuki mamasından sadece bir kez yemiş. Annesi hayattayken azukiyi sadece bir kez pişirmiş ve Ochiyo, o ziyafeti hiç unutamamış.Ne? Azuki maması mı..?”
Yahei, çok üzülmüş. Çünkü evde Azuki*yokmuş, hatta pirinç dahi yokmuş. Mutfak tam takır kuru bakır haldeymiş. Pazara çıkıp eksik görecek paraları da yokmuş.
Ochiyo, o gece aç uyumuş. Yahei, uyuyan kızını üzgün üzgün seyretmiş, Ochiyo’nun yüzüne uzun uzun bakmış. Sonra bir şeye karar verip dışarı çıkmış. Hızlı hızlı yürürken kendi kendine konuşuyormuş: Ağanın konağında pirinç de, azuki de vardır.’’
Böylece Yahei, hayatında ilk kez hırsızlık yapmış.
Konaktan bir kaplık pirinç ve azukiyi çalan Yahei, eve gelmiş. Ochiyo’ya sekihanı pişirmiş.Hadi, Ochiyo. Azuki maması yaptım senin için.”Babacım, teşekkür ederim! Aaa! Azuki maması mı bu? Çook lezzetli.!!İyi.. iyi. Bol bol ye, iyileşeceksin.”

O akşam yediği Azuki mamasından mıdır, bilinmez? Fakat Ochiyo, hızla iyileşmeye başlamış ve birkaç gün içinde tamamen iyileşmiş.

Ağanın konağındaki insanlar, pirinç ve azukinin çalındığını hemen fark etmişler. Ağa çok zenginmiş. Yahei'nin çalmış olduğu yiyecek ise çok az miktardaymış. Fakat her ihtimale karşı hırsızlık memura bildirilmiş. 

Sonunda iyileşen Ochiyo, evden çıkıp, şarkılar söyleyerek top oynamaya başlamış. Şarkıda azuki yemeği yediğini ve çok lezzetli olduğunu söylemiş. Ochiyo’nun şarkısını yakındaki çiftçi duymuş.

Yine şiddetli yağmurlar başlamış. Yağmur hiç kesilmeden birkaç gün devam edince nehrin suyu yatağından taşacak seviyeye yükselmiş.
Köylüler çok kaygılanmış. Muhtarın evinde toplanmışlar. “Böyle yağmaya devam ederse yine köyümüzü sel alıp gütürecek! Ne yapalım?” diye, durumu aralarında tartışmışlar.Hitobashira kursak?” Köylülerin birisi önermiş bunu.

Hitobashira, afete maruz kalan insanların. Tanrı'ya kurban sunma âdedi imiş. Kurban olarak seçilen insanı  canlı canlı toprağa gömüp, afetten kurtulmak için Tanrı'ya dua ettikleri eski korkunç âdet imiş. Canlı canlı gömülen insanları çoğunluğu ise bir kötülük yapmış olan suçlu kişiler imiş.Ama suçlu insan yok ki bu köyde..’” demiş muhtar.Muhtar..  Aslında bir suçlu var bu köyde de..’’ demiş bir  çiftçi.
‘’Ne? Kim ki suçlu?’’
Çiftçi, oradakilere o gün duyduğu Ochiyo’nun şarkısını anlatmış.Fakir olan Yohei, azuki alamaz ki.. O çalmıştır ağanın konağından.”
O akşam Yahei ve Ochiyo yemek yerken, kapı çalınmış. 
‘’Tak tak tak!!’’Yohei! Yohei ! Orada mısın?”Efendim. Buyurun.”
Yahei, kapıyı açmış. Kapının dışında adamlar varmış.Yahei! Sen geçen gün ağanın konağından azuki ve pirinç çaldın değil mi? Kızının söylediği şarkının sözleri açık seçik bir kanıttır!”
Ochiyo, babasının allak bullak olmuş yüzünü görmüş. Adamlar Yahei’nin kolunu tutmuş.Babacığım! Ne oldu?” demiş Ochiyo.Ochiyo, ben hemen gelirim, ağlamadan bekle beni, tamam mı?”
Yahei, ağlayan Ochiyo’ya yumuşak bir sesle bunları söylemiş. Babacığım! Babacığım!”
Yahei, ağlayan Ochiyo’yu arkasında bırakıp, kendisini almaya gelen adamlar tarafından götürülmüş. Bir daha da evine dönmemiş.
Yahei, hitobashira olarak nehrin kenarına gömülmüş.

Ochiyo, köydeki insanlardan babasının hitobashira olduğunu öğrenmiş. Kendisinin o gün söylediği şarkı yüzünden babasının suçlandığını duyunca ağlamaktan sesi kısılmış. Babacığım! Babacığım! Hepsi benim yüzünden oldu. Dilim tutulsaydı da, keşke o şarkıyı söylemeseydim...!!”

Ochiyo, günlerce ağlamış. Onun hıçkırıklara boğulması bütün köylüleri üzmüş.
Bir gün Ochiyo'nun ağlaması kesilmiş. Sadece ağlaması değil, sesi de gitmiş. O günden sonra Ochio, hiç birşey konuşmaz olmuş.
Aradan birkaç sene geçmiş. Ochiyo, büyümüş, yetişkin bir genç kız olmuş. Fakat yıllar boyunca hiç birşey konuşmamış.
Köylüler ise babası öldürüldüğü zaman Ochiyo'nun şok olup konuşamaz olduğunu düşünmüş.
Sonunda Ochiyo, insanların arasına hiç çıkmaz olmuş. Yıllarca hiç kimse Ochiyo’yu görmemiş.
Bir gün, bir avcı sülün avlamaya dağa gitmiş. Sülün ötmüş, avcı, sesin geldiği yere tüfeğini doğrultup tetiği çekmiş.Booom!” 
Sülün vurulup yere düşmüş. Avcı otların arasından yol aça aça sülüne yaklaşmış, ama aniden durmuş.
Vurulan sülünü kucağına alan Ochiyo, üzgün üzgün sülünü süzüyormuş.Zavallı sülün..” demiş Ochiyo.
Avcı, onun uzun zamandır hiç kimsenin duymadığı sesini duyupca çok şaşırmış.Ochiyo... Sen konuşabiliyor muydun?”
Ochiyo, kucağındaki cansız sülüne üzgün bir ifadeyle şöyle demiş.Zavallı sülün... Ötmeseydin, vurulmazdın..”
Ochiyo, vurulan sülünü göğsüne bastırarak oradan gitmiş. O ansan sonra hiç kimse bir daha Ochiyo’yu görmemiş.Sülün ötmezse vurulmaz.”

Ochiyo’nun arkasında bıraktığı son söz  o günden sonra ağızdan ağıza, dilden dile, kulaktan kulağa söylenegelmiş.


Azuki* kırmızı fasulye. 
Sekihan ** azuki ile pirinçten yapılan Japonya'nın geleneksel yemeğidir. Genellikle kutlama yemeği olarak yapılır. 

Video
http://www.dailymotion.com/video/xhpvta_0055-%E3%82%AD%E3%82%B8%E3%82%82%E9%B3%B4%E3%81%8B%E3%81%9A%E3%81%B0_creation

                                                                                            (Nagano ilinin masalı)