18 Şubat 2014 Salı

Dilsiz Serçe(舌切り雀)






Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellâl iken ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, yaşlı bir çift varmış. Kadın cadalozun tekiymiş, huysuz ve cimriymiş.  Kocası ise aksine yumuşak huyluymuş, sevecen ve eli çok açık biriymiş. Onların çocukları hiç olmamış. Yaşlı adam minik bir serçeyi kendi çocuğu gibi sevecenlikle besliyormuş.

Günlerden bir gün, yaşlı adam yine her zamanki gibi gün ağarmadan kalkıp, sabahın köründe  dağa odun yapmaya gitmiş.
Karısına tembih etmeyi de ihmal etmemiş:
"Minik kuşumu yemlemeyi sakın unutma e mi!. ''
Sonra evden çıkıp, dağa yollanmış.

Fakat yaşlı kadın, mimik kuşun yemini vermeden dereye çamaşır yıkamaya gitmiş. Çamaşır kolasını mutfakta unuttuğunu farkedince, eve geri dönmüş. Bir de ne görsün? Kolasının kabının içinde yeller esiyormuş. Aç kalan minik serçe, kolasını silip süpürmüş. Minik serçenin perişan halinden çamaşır kolasının başına ne geldiğini anlayan yaşlı kadın çok hiddetlenmiş. O anda yaşlı kadının zalim damarı ortaya çıkmış. Minik serçeyi yakaladığı gibi, bir eliyle boğazını sıkmış. Zavallı serçenin dili dışarı fırlamış. Cadaloz kadın, "Bana kötülük yapan dil, bu dil mi, ha?!" diye diğer elindeki makasla, minik serçenin dilini kırt diye kesmiş. Bir yandan da söyleniyormuş.
"Haydi şimdi nereye uçmak istiyorsan uç git." diyerek zavallı serçeyi tuttuğu gibi dışarı fırlatmış.
Acı ve üzüntüden kahrolan minik serçe, "Acıyor.. Çok acıyor.."  diyerek  hazin bir ötüşle uçup gitmiş.

Hava kararmadan yaşlı adam  eve dönmüş. ‘’ Offf, bugün çok yoruldum. Serçeciğim de acıkmıştır. Haydi yemek zamanı’’ demiş ve  serçenin kafesinin kapağını açmış. Fakat kafesin içi boşmuş. Serçesini bulamayan yaşlı adam, karısına seslenmiş:
"Minik kuşum kafesinde yok. Bulamıyorum onu. Acaba hangi deliğe girdi?
Cadaloz kadın şöyle demiş:
 "O kuş mu? Benim çamaşır kolasımı yalayıp yutmuş.. Pis şey!. Dilini kesince kaçtı gitti!.’’
Bunu duyan yaşlı adam, "Bu acımasızlığı nasıl yapabildin ona?" diye yazıklanmış, üzüntüden yüreği dağlanmış.

Adam, bütün gece serçesini düşünmüş. Nereye gittiğini merak etmiş. Sabahı dar etmiş, güneşin doğuşuyla beraber serçesini aramak için evden çıkmış. Yaşlı adam, bastonuyla yürüyebiliyormuş. Bastonuna dayana dayana serçesini aramaya başlamış. Bir yandan da serçesine sesleniyormuş:
 ‘’Dilsiz serçem, senin evin nerede? ‘’
Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş ve sonunda bir çalılığa gelmiş. Çalılığın içinden bir ses duymuş:
"Dilsiz serçen burada.."

Yaşlı adam duyduğu bu sese çok sevinmiş ve sesin geldiği yöne ilerlemiş. Çalılığın gölgesinde küçük ve beyaz bir yuva bulmuş. O zaman dili kesilmiş olan minik serçesi kapıyı açmış ve yaşlı adamı hoş karşılamış.
‘’Amcacığım, hoş geldiniz!’’ demiş.
‘’Aa.. iyi misin? Çok özledim seni.. O kadar özledim ki, seni bulmak için araya araya ta buralara kadar geldim.’’
‘’Çok sevindim ben de. Buyrun içeri geliniz."
Serçe böyle söyleyip, yaşlı adamın elinden tutarak onu içeri çekmiş. Sonra da yaşlı adamın önünde boynunu büküp, "Amcacığım, ben teyzeciğin çamaşır kolasını yedim. Çok özür dilerim. Bana kızmadan buraya kadar gelmenize de çok sevindim.’’ demiş.
Yaşlı adam ise, ‘’kolasının hiç önemi yok. Benim yokluğumda sana çok kötü şeyler yapılmış. Başına gelen bu talihsizlikler için ben özür diliyorum aslında. Ama şimdi seni yeniden görebildim ya.. Çok mutluyum."

Serçenin akrabaları ve arkadaşları yaşlı adamı görmeye gelmişler, hepsi de onu çok hoş karşılaşmış. Yaşlı adamın sevdiği yemekleri bol bol ikram etmişler, şarkılar ve danslarla gönlünü hoş tutmuşlar.
Zaman rüya gibi akıp geçerken, yaşlı adam evine dönmeyi unutmuş. Hava kararmaya başladığında yaşlı adamın evi aklına gelmiş. "Bugün sayenizde çok güzel bir gün geçirdim. Ama artık kalksam iyi olur. Güneş batmadan eve dönmeliyim." diyerek ayağa kalkmış. Tam çıkacakken, serçe, "Dışarısı çok ıssız oldu, isterseniz bu akşam burada kalabilirsiniz.’’ demiş.
Yaşlı adam çok duygulanmış. "Kalmayı ben de çok isterim, ama karım beni bekliyordur, gitmezsem meraklanır sonra. Onun için bugün evime döneceğim. Ama yine gelirim mutlaka.'' demiş.
‘’Tamam, o zaman size bir hediye vereceğim. Bir dakika!"
Serçe böyle söyler söylemez gözden kaybolmuş. Hemen sonra da iki sandık ile geri dönmüş.
‘’Amcacığım, bunlardan biri hafif, diğeri ise ağır sandıktır. Bir tanesini seçiniz. Hangisini isterseniz onu  götürün.’’ demiş.
Yaşlı adam, ’Hem beni bütün gün ikrama boğdunuz, hem de giderken hediye veriyorsunuz ... Çok mahçup oldum. Ben yaşlıyım ve yolum da uzun.. Hafif olanı alacağım.’’ demiş. Hafif sandığı sırtlamış ve ‘’Ziyaretinize yine geleceğim." diyerek, oradan hüzünle ayrılmış.
Serçe, ‘’Güle güle amcacığım. Yine bekleriz. Yolunuz açık olsun.’’ deyip, kanatlarını çırpmış.

Güneş batmasına rağmen kocası dönmeyince, ‘’Nereye kayboldu bu adam?" diye yaşlı kadın kendi kendine söylenmiş. Derken adam, kapıyı açıp içeri girmiş.
"Nereye kayboldun? Neredeydin şimdiye kadar?’’ demiş kadın.
‘’Bu kadar aksilenmene gerek yok. Bugün minik serçemin evine gittim ve güzel zaman geçirdim. Güzel yemekler yedim ve serçelerin danslarını seyrettim. Hatta böyle güzel bir hediye de aldım.’’diyerek sandığı açmış. İçinden parlayan inciler, altınlar ve gümüşler çıkmış. Ikisi de çok şaşırmış. Kadın adamın dilini yoklamış, hadiseyi soruşturmuş.
’Yaşlı adam, "Ben oradan ayrılırken minik serçem, bana iki sandık gösterdi. Biri ağır, diğeri ise hafiftir. Hangisini istiyorsanız onu alın, dedi. Ben ise yaşlıyım ve yolum da uzun diye bu hafif sandığı seçtim. Ama bu kadar güzel olduğunu hiç beklemiyordum." diye neşeye durumu anlatmış.
Bu sözleri duyan  yaşlı kadın asık bir suratla, "Ne kadar aptal bir adamsın!  Neden ağır olanı seçmedin? Onu alsaydın daha çok hazine elimize geçmiş olurdu." diye kocasını azarlamış.

‘’O kadarını isteyemeyiz. Zaten bu kadar güzel şeyler var elimizde.. Yetmez mi?’’ demiş adam.
‘’Ne diyorsun sen be! Tamam seni biliyorum ben. Böyle şeyler senin gözünde önemsizdir. Aptalın tekisin sen, aptal! Ben şimdi hemen gidip ağır olanı alacağım." diyen cadaloz kadın, kocasının kendisini ikna çabasını peşinde bırakıp hemen yola çıkmış.

Dışarısı artık zifiri karanlıkmış ama yaşlı kadın, aklını çelen ağır sandığı o kadar çok istiyormuş ki, karanlıkta koştura koştura serçeyi aramaya başlamış. ‘’Dilsiz serçem, senin evin nerede?’’ diye seslenerek aramaya devam etmiş.
Az gitmiş Uz gitmiş dere tepe düz gitmiş ve sonunda yolu çalılık olan bir yere çıkmış. Derken çalılığın içinden:
‘’Dilsiz serçenin evi burada.’’ sesi gelmiş.
‘’Yaşasın!" deyip, sesin geldiği yöne doğru ilerlemiş.
Biraz ilerleyince, dilini kesmiş olduğu minik serçe, kapıyı açıp dışarı çıkmış. Cadaloz kadını görünce nazikçe, ‘’Teyzeciğim! Hoş geldininiz!" diyerek, onu, evin içine buyur etmiş. ‘’Buyurun bu tarafa..'’ diyerek, yaşlı cadalozun elinden tutup, onu mindere oturtmaya çalışmış. Ama yaşlı kadın, otururken hiç rahat değilmiş, sürekli etrafına bakınıp durmuş. Sonunda dayanamayıp, baklayı ağzından çıkarmış:
 ‘’Senin yüzünü gördüm, rahatladım. İşim bitti. Haydi hediyeyi ver, ben gideyim artık." demiş.
Serçe şaşırmış..
Yaşlı cadaloz tekrar, "Hediyemi ver! Gideyim.’’ demiş.
Serçe, ‘’Tamam teyzeciğim! O zaman biraz bekleyin. Şimdi getireceğim hediyenizi.’’ demiş. Odadan çıkmış. Az sonra elinde iki sandıkla odaya geri dönmüş.
 ‘’Burada bir hafif ve bir de ağır sandık var. Hangisini seçerseniz onu götürün.’’ demiş.
Cadaloz kadın, "Ben ağır olanı alayım.’’ der demez, ağır sandığı sırtladığı gibi, doğru dürüst vedalaşmadan oradan fırlayıp çıkmış.

Sandık çok ağırmış. Yaşlı kadın, sırtındaki ağırlığın altında ezilerek yoluna devam etmiş. Sevinçten sırıtarak hep sandığın içindekileri hayal etmiş. Ama sandık gittikçe daha da ağırlaşıyormuş. Yaşlı kadının omzu da, beli de yorgunluktan ağrımaya başlamış. Kadın güçlükle bir yandan da kendi kendine konuşuyormuş:
‘’Yükümün ağır olması normal. Demek ki içinde çok yüklü bir hazine var. Çok merak ediyorum, sandığın içinde ne var acaba?  Şurada bir mola vereyim. Açıp içinde ne var, bakayım.’’ diye mırıldamış.
Yolun kenarındaki taşa oturmuş. Sandığı yere indirmiş ve kapağını açmış.
İçinde ne olduğu görünmüyormuş. İçinde parıldayan altın ve gümüşler de görünmüyormuş. Cadaloz kadın, iyice meraklanarak sandığın içine eğilmiş. Bir de ne görsün? Sandığın içinde kımıltılar varmış. Sandığın içi canavarlar, yılanlar, böceklerle kaynıyormuş. O anda sandıktan bir ses duyulmuş:
"Ne kadar açgözlü cadı’’ demiş alçak bir ses. O ses kadına dik dik bakarak yaklaşmış. Yaşlı kadının korkudan ödü patlamış, bağıra bağıra arkasına bakmadan kaçmış.

13 Şubat 2014 Perşembe

Manjudan korkuyorum.(饅頭怖い)(Fıkra)




Bir şehirde birkaç adam biraraya toplanmış lafazanlık ediyormuş. Aniden koşa koşa onlara doğru gelen bir adam görmüşler. Adam, "Yardım ediiiin!" diye bağırırken korkudan tir tir titriyormuş.
"Ne oldu? Nedir bu halin?" diye sormuşlar.
Adam, ‘’ Arkamdan  manju*cu geliyor! demiş.
Adamlar. "Ne? Manjucu mu? Ne var ki bunda?" demişler.
Adam zangır zangır titreyerek, "Ben manjudan çok korkuyorum. Aha! İşte geliyor! Hadi beni saklayın!’’ demiş.
Adamlar hemen onu yakındaki köşke saklamışlar.
Ama içlerinde yaramazlık seven biri varmış.
"Çok tuhaf bir herif! Ben onu korkutacağım!’’ diyerek, bir hinlik düşünmüş. Manjucudan bir tepsi dolusu manju alıp, hepsini köşkün içine atıvermiş. Kulağını dikip içerden gelecek sesi beklemeye başlamış. Ama içerden çıt çıkmamış..
"Yoksa korkudan bayıldı mı acaba?’’ diye kapıyı açmışlar.
Bir de ne görsünler, adam manjunun hepsini iştahla yemiş, ne varsa silip süpürmüş. Kapıdan şaşkın şaşkın kendisine bakakalan adamlara gülümseyerek dudağındaki anko*yu yalanmış.
Adamlar, ‘’Seni korkutmak istedik. İçeri attığımız manjulardan korkacağını sanmıştık. Korkmuyor muydun?’’ diye sormuş.
Adam, aniden titremeye başlamış ve şöyle demiş:
"Şimdi artık çaydan korkuyorum!’’



Manju*=饅頭。 Çin tatlısı olan manto
 köklü Japon tatlısı. Undan yapılan hamurla anko*yu sarmakla yapılır.


Anko*=餡子。 Şekerli fasülye ezmesi, küçük kırmızı fasülyeden yapılır.