15 Aralık 2013 Pazar

Kar Kadın (雪女)

Evvel zaman içinde, Musashi’deki bir köyde adları Mosaku ve Minokichi olan iki oduncu yaşıyordu.

Mosaku, yaşlıydı. Minokichi ise genç bir adamdı ve Mosaku'nun yardımcısıydı.

Karlı bir kış günüydü.

Kar yağışı tipiyle dönmüştü. Bastıran tipi nedeniyle o gece eve dönmekten vazgeçip, geceyi yakınlardaki bir kulübede geçirmeye karar verdiler.
Sığındıkları kulübe sanki başlarına yıkılacak gibi harap haldeydi. Fakat onları o  gece o yoğun tipiden ve insanın iliklerini donduran soğuktan korumuştu.

Minokichi, gece yarısı içeriye doluşan buz gibi rüzgârın yüzüne sertçe çarpmasıyla uyandı.

Görgükleri karşısında buz kesildi.
Yanında uyumakta olan Mosaku'ya beyaz kimonolu güzel bir kadın, tıpkı kimonosu gibi karbeyazı nefesini üflüyordu.

Mosaku, donup öldü.

Kadın, bu kez Minokichi'ye yöneldi. Dondurcu nefesini üflemek için Minokichi'nin yüzüne eğildi. Bir süre Minokichi'ye bakakaldı.

Sonra şöyle dedi.

‘’Seni de o ihtiyar gibi öldürecektim, ama sen öyle genç ve güzelsin ki, o yüzden öldürmeyeceğim. Fakat, bu geceki olayları başkasına söylersen öleceksin..’’

Birkaç sene sonra, Minokichi,  ‘’Oyuki’’ adlı güzel ve narin bir kadınla kavuştu. Onlar âşk oldu ve evlendiler.

On tane çocukları
 oldu. Oyuki çalışkan ve nazikti, ama ne garip ki, yıllar akıp geçse de hiç yaşlanmadı.

Bir gece, çocuklarını yatırdıktan sonra, Minikichi şöyle dedi:
''Seni böyle gördükçe, 18 yaşında yaşadığım garip bir olayı hatırlıyorum.
O gece gördüklerim tüyler ürperticiydi. Ama gerçek ile hayal şimdi birbirine karıştı. O gece gerçek miydi, yoksa hayal miydi, artık hiç bilemiyorum.''

Minokichi, böyle deyince Oyuki, birdenbire ayağa kalktı ve şöyle dedi.
''Gördüklerin gerçekti. O gördüğün kadın benim. 
 Ben o zaman seni uyarmıştım. Gördüklerini söyleyecek olursan ölürsün, demiştim.
 Ama yanımızda uyuyan tatlı çocuklarımıza baktığımda nasıl.. öldürebilirim seni?
 Çocuklarımıza iyi bak...’’

Bu sözler onun son sözü oldu. 
Oyuki’nin vucüdü hızla eriyip bayaz sis oldu ve pencereden süzülerek çıktı gitti.      
Oyuki'yi bir daha gören olmadı.

12 Aralık 2013 Perşembe

Bebeğini besleyen hayalet (子育て幽霊)

Evvel zaman içinde bir şekerci vardı.

Günlerden bir gün, solgun benizli hâmile bir kadın şekercinin önününden geçti.
O gece, birisi kapıyı çaldı. Şekerci kapıyı açtı. Kapıda hâmile, güzel bir kadının durduğunu gördü.
‘’Affedersiniz, bu parayla bir şeker alabilir miyim?’’
Kadın böyle diyerek elindeki sikkeyi uzattı. Bir sikkeye bir tane şeker aldı.

Ertesi gece de yine bir şeker almaya geldi. Bu kez benzi daha soldun görünüyordu.
‘’Gece değil de gündüz gelir misiniz?’’ dedi şekerci.
Kadın, ince bir sesle yalvardı.
''Bu saatte size rahatsızlık verdiğim için çok özür dilerim. Fakat sizden bir şeker satın almalıyım.''

Kadın üçüncü gece de geldi. Benzi daha da solgunlaşmıştı.
‘’Nereden geldiniz, nerede oturuyorsunuz? Buralarda sizi hiç görmüyorum.’’diye sordu, şekerci.
Kadın, ince bir sesle cevap verdi.
''Birkaç gün önce geldim. ''
Saçları rüzgarda uçuşuyordu.
Ertesi gün ve sonraki günlerde kadın, yine geldi. Benzi gittikçe solgun oldu.

Yedinci gece yine geldi.
Kadın ağlayarak, ‘’Affınıza sığınıyorum. Artık hiç param kalmadı. Ama mutlaka bir tane şeker almalıyım. Yalvarırım bir tane verin.’’ dedi.
‘’Veremem.’’diye cevap verdi şekerci. Kadın, kimonosunun yenini yırtıp adama uzattı.
Şaşıran adam, isteksizce bir şeker verdi.
Kadın,‘’Minnettarım.’’dedi.
Kadının nereye gittiğini merak eden adam, onu gizlice takip etti. Kadın, dağdaki tapınağın taş merdivenlerini usul usul çıktı. Tapınağın kapısını geçti. Tapınağı boydan boya geçerek, orada bulunan mezarlığa doğru gitti. Derken toprakla yeni örtülmüş bir yerde aniden ortadan kayboldu. O anda ağlayan bir bebek sesi duyuldu. Adam, keşişe gitti ve olan biteni anlattı.
‘’.....ve  kadının yırtıp verdiği yen işte bu.’’diyerek, adam yeni keşişe gösterdi.
Keşiş, onu görür görmez, ‘’Bu kimonoyu hatırladım, bir hafta önce gelen genç bir hâmile kadının üzerindeydi. Parası olmadığından başka bir yerde kalamamış. Onun için o gece burada kaldı. Kadıncağız bebeğini doğurmak için anne ve babasının yanına dönmekteymiş. Kocası ise ölmüş. Bana sirin bir kundak gösterdi. Ama ertesi sabah öldü. Nereden geldiğini ve kim olduğunu bile öğrenemedim. Cenazeyi kundağıyla, 6 sikkeyie beraber kimsesizler mezarlığına gömdüm.
‘’6 sikke...? Ama o kadıncağız  7 defa geldi şeker almaya.’’ ded, adam titreyerek.

Ertesi gün keşiş sutrayı okurken mezar açıldı.
Tabut açılınca herkes şaşırdı. Çünkü kabirdeki kadının kucağında kundaklanmış bir bebek vardı.
‘’Evet, bu kadıncağızdı, şeker almaya gelen.’’
‘’Evet o... Kimonosunun bir yeni de  yok. ‘’
O zaman bebek aniden ağlamaya başladı.
‘’Bebek yaşıyor!’’ dedi keşiş.
Bebeği kucağına aldı. 
‘’Annesi, süt yerine her gün bir şeker vermiş. Bu bebeği bu tapınakta besleyeceğim.’’dedi.
Bu rivayet aldı başını gitti. Şekerci çok ünlü oldu ve çok sayıda insan şeker almaya geldi.
Yıllar geçti, çocuk büyüdü. Oradan ayrıldı, rızkını aramak için gurbete gitti. 
Sonra da iyi bir keşiş olmuş. 


Bu sayfada bu hikâyenin videosu var ama kaynak buradan almadığım için biraz farklık görebilirsiniz.
http://www.dailymotion.com/video/xr4y9e_mnmb-%E5%B9%BD%E9%9C%8A%E9%A3%B4_creation

6 Aralık 2013 Cuma

Hasır Şapkalı Jizo(笠地蔵)


(Jizo: eski çağlardaki Japon inanışına göre, yolcuları koruyucu, yolları güvenli kılıcı tılsımlı bir koruyucu biblodur. Daha sonra ise yolcuları ve çocukları koruyucu, kazada yaşamlarını yitirenlerin ruhunu sakinleştirici bir inanışa dönüşmüştür.)

Evvel zaman içinde dağlık bir bölgede kendi hallerinde yaşayan yaşlı bir çift vardı.

İhtiyarcıklar kendi kendilerine yeten dürüst ve çalışkan bir yaşam sürüyordu. Ne var ki, artık çok yaşlanmışlardı ve o yıl ekinler iyi hasat vermemişti. Yıl sonuna doğru kiler boşalmaya başlamış, kışlık yiyecekleri çok az kalmıştı.
Bu halde yılbaşını karşılayamayız diye kaygılanan dede, elde kalan çok az samanla hasır şapka örüp, onları şehirde satmaya karar verdi.

Yılın sön günü kar yağmaya başlamıştı. Yaşlı adam, üstün bir çapayla tamamalayabildiği beş adet hasır şapkayı sırtlanıp, kuşluk vakti yola koyuldu.
Şehre giden yolun yarısında, dağın eteğinde yanyana dizili 6 Jizo vardı. Dedecik ve ninecik, oradan geçerken mutlaka Jizoları ziyaret ederlerdi. Teker teker hepsine dua ederek, minnettarlıklarını sunarlardı.

O gün çok soğuktu, rüzgar bıçak gibi kesiyordu. Yaşlı adam, Jizolara teker teker dua etti ve dilekte bulundu: "Şapkalarım inşallah satılır ve yılbaşını umarım güzel karşılayabiliriz."

Ihtiyarcık, yoluna devam ederek şehre vardı. Bütün gün şehrin her yanını  dolaştı, şapkalarını satmak için bağıra çağıra çok uğraştı. Fakat ne yazık ki yaşlı adamın şapkalarına ilgi gösteren olmadı.
Güneş batıp hava karardığında tek bir şapka bile satılamadan hepsi elinde kalmıştı.
"Aa, karım şimdi çok üzülecek" diye canı çok sıkıldı. Çaresizce şapkaları sırtlanarak evine doğru yollandı.
Yaşlı adam, dağın eteğine geldiğinde, herzamanki gibi yolunu Jizolara düşürdü. Sabahtan beri yağan karlar jizoların başında bembeyaz bir kar tabakası biriktirmişti.

Yaşlı adam, "Bu halde çok üşümüşlerdir" diye kendi kendine söylenerek, çıplak elleriyle Jizoların başındaki karları temizledi. Sonra da, "İyiki yanımda bunlar var... Yeterli olmasa bile bu soğuk havada hiç yoktan iyidir." diyerek, hasır şapkaları teker teker Jizoların başına koydu. Son jizonun önüne geldiğinde bir şapkanın eksik olduğunu fark etti.
"Bir şapka daha lazım. Ne yapsam acaba.. Bu halde üşüyecek bu Jizo." diye mırıldandı.
Bir an sonra aklına kendi başındaki mendil sargı geldi. Çıkarıp, onunla Jizonun başını sardı. "Beni mazur görün, elimde bundan başka bir şey yok.. Bununla yetininiz lütfen.. Azıcık da olsa soğuktan korur sizi." dedi. Sonra mendilin köşesini Jizonun çenesinde düğümleyip, ellerini birleştirdi.
Artık vakit geçirmeden koşuşturarak hızla dağa çıkmaya başladı.

Evine vardı. Yaşlı kadın kapıyı açtı. Kocasının ıslak halde geldiğini görünce çok şaşırdı. Ocak başında çaylarını yudumlarken, dede başından geçenleri anlattı. Nine, kocasının başından geçenleri dinleyince, anlayışla başını salladı.
 "İyi yaptın. Jizo-samalar da sevinmiştir." diyerek, ihitiyarının yaptıklarını sevgiyle onayladı.
Fakat artık evlerinde hiçbir şey kalmamıştı. Artık yapacak birşeyleri de yoktu. Çaresizdiler. Onun için o gece erkenden, incelik bir battaniyenin altında kıvrılarak yattılar.
Yeni yıla girmeye az kalmıştı. Dışarda kar yağışı tipiye dönmüştü, yerleri bembeyaz kaplayan kar tabakası giderek yükseliyordu.
Ihtiyarcıklar aynı anda aniden uyanarak gözlerini açtılar.
"Bu ses de nedir acaba? Sanki yakınlaşan sesler buraya doğru geliyor."
Kar artık yağmıyordu. Dışarıda kar ayın ışığıyla parlıyordu. Şarkılarla gelenler, şapkalı Jizo-samalardı. İçlerinde kumaşlı küçücük bir Jizo da vardı. Jizolar, şarkıda dedenin verdiği şapkalar sayesinde kardan kurtulduklarını söylüyorlardı.
Jizolar, ağır bir şeyleri yuvarlayarak evin önüne geldiler, getirdikleri şeyleri kapının önüne ardı ardına yığdılar.
Yaşlı karı-koca çok şaşırmıştı, sevinçle birbirlerine baktılar. Avuçlarını açarak dua ettiler.
Jizolar, şarkılar eşitliğinde tekrar geri döndüler. Ihtiyarlıklar dışarı çıktı.
Jizolar, pirinç, mochi (pirinçten yapılan yemek), yakacak odun-kömür, içecekler, balıklar, çeşitli sebzeler getirmişlerdi.

Dedecik ve ninecik minnetle avuçlarını açarak teşekkür ettiler ve hediyeleri evin içerisine taşıdılar.

Böylece onlar yılbaşını mutlu olarak kutlayabildiler.