3 Temmuz 2014 Perşembe

Alabalığın Laneti(イワナの怪)


Evvel zaman içinde geçimlerini dağlardan sağlayan dört adam varmış. 
O dağların arasından büyük bir nehir olan Mizunaşi (susuz) nehri akıyormuş. 
Sıcak bir yaz günü bu dört adam sabah erkenden yine dağa gidip çalısmaya başlamış. Öğle saatlerinde hava iyice ısınmış, ortalık kavrulmuş. Adamlar yorgunluktan ve sıcaktan bitik bir vaziyette serin bir yerde dinlenmeye çekilmiş.
Adamlardan  biri bu perişan hallerinden yakınmaya başlamış:
"Eşşek gibi çalışsak da hiç para biriktiremiyoruz. Bıktım artık ben bu sefil hayattan.’’ 
Sonra aralarında şu konuşma geçmiş:
-Bu yaz çok sıcak geçiyor.  Nehrin suyu da azaldı, bak!.
 -Evet, öyle... Şimdi aklıma ne geldi biliyor musunuz?
-Bilmem. Ne geldi?
 -Çalışmadan da kolay para kazanabiliriz. Bak, şöyle yapacağız.

Adamın aklındaki şey "nenagashi" imiş. Sansyo (Japon biberi) ağacının yapraklarının ve kabuklarının öğütülmesiyle hazırlanan bir toz önce yakılırmış, sonra külünü tencerede kavururlarmış. Bu şekilde "Ne" elde ediliyormuş. ‘’Ne" adı verilen bu ağuyu nehre dökünce balıklar zehirlenip, ters dönerek suyun yüzeyine vururmuş.

Adamlar bunu duyunca çok sevinmişler. İşi bırakıp, hemen "Ne" hazırlamaya başlamışlar. Ağuyu hazırlarken aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
- Bunu nehre serpince balıklar hemen beyaz göbeğini göstererek yüzeye vuruyormuş. Bu çok ilginç.’’
 -Evet!.  Yarın  balıkları avlayacağız. Bir-iki sepet yetmez. Daha fazla sepet getirin.
- Tamam!
Onlar aralarındaki sohbeti bu şekilde sürdürmüşler. Tutacakları balıklar ile ilgili hayal kurup durmuşlar.

Ağu hazır olunca adamlar yere bağdaş kurup ogle yemeğini yemeye başlamış. 
O kadar acıkmışlar ki, yemeklerini hapur hupur yemişler. 
Bir süre sonra yanlarında yaşlı bir rahibin durduğunu fark etmişler.
‘’Rahip efendi, burada ne işiniz var?’’ demiş adamlardan biri. 
Rahip, adamlara zehir gibi bakış fırlatarak şöyle demiş:

"Siz ağuyla balıkları zehirleyeceksiniz, öyle mi? Balık tutmanıza eyvallah!  İstediğiniz kadar tutun, buna bir diyeceğim yok. Ama Nenagaşi ağusu sadece balıkları değil, nehirdeki bütün canlıları öldürür. Nehirdeki yaşamı öldürür ve o nehir bir daha asla canlanamaz. Balık yavruları da  ölür. Balık yavrularının yerine insan yavrularının öldüğünü şöyle bir an düşünün bakalım.  Ne kadar feci olurdu, değil mi? Böyle bir şey asla olmamalı. Onun için nehre asla ağu atmayın. Asla!"

Adamlar bunu duyunca birbirlerine bakmışlar ve susmuşlar...
İçlerinden sakallı olanı ayağa kalkıp, "Rahip efendi, çok haklısınız. 
Biz uyarılarınızı dikkate alacağız, nehre Nenagaşi serpmeyeceğiz.. Balıkları ağulamıyacağız. Yoksa, dediğiniz gibi balıklara, nehirdeki bütün canlılara çok yazık olur!"

Rahip, bu sözleri duyunca rahatlamış. "Böyle düşünmenize sevindim." demiş. 
Sakallı adam, çantadan büyük dango*yu çıkarıp rahibe ikram etmiş:
"Dango yer misiniz, Rahip efendi?’’ diyerek, dangoları rahibe vermiş. 
Rahip, "Çok teşekkür ederim." diyerek iki dango yemiş. Sonra da adamları başını eğerek selamlayıp, patikadan aşağı yürüyüp gitmiş.

*dango: pirinç unundan yapılan toparlak yiyecek.

Rahibin peşinden bir süre sessizlik olmuş. Sonra adamlardan biri sessizliği bozmuş, şöyle demiş:
-Rahibin sözünü dinlemeliyiz. Bu işe burada son vermeliyiz. Buna mecburuz.
-Evet. 
-Bu kadar hazırlık yaptık. Ama toparlanıp gidelim buradan artık.

Fakat sakallı adam öyle düşünmüyormuş. Diğerlerine karşı çıkmış:
-Siz ne diyorsunuz? Kararlaştırdığımız şekilde Nenagaşi yapıyoruz. Vazgeçmek yok. 
-Ne? Ama az önce rahip efendiye nehri ağulamıyacağızı söyleyen sendin."
 ‘’Evet, ama o sadece rahip başımızdan çekip gitsin diyeydi. Niyetlendiğimiz bu işten niçin vazgeçelim ki?
"Yani.. tamam o zaman. Öyleyse yarın devam ederiz.’’

Ertesi gün yine hepsi aynı yerde buluşmuş ve işe koyulmuşlar. Hazırladıkları ağuyu nehre avuç avuç serpmişler. Balıklar ağulu yemden zehirlenip, ters dönerek suyun yüzeyine vurmuş. Adamlar bunu görünce çok sevinmiş. Ağulaman balıkları nehirden toplayıp sepete doldurmaya başlamışlar. Derken zaman su gibi akmış. Adamlar zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlar. Gökyüzü kararmaya, akşam karanlığı çökmeye başlamış. Adamlar vaktin çok geç olduğunu ancak o zaman farketmişler.  Yanlarında getirdikleri bütün sepetler balıklarla dolup taşmış. 

"Biraz sonra güneş batacak. Elimizdeki yemin hepsini dökelim nehre."
 Sakallı adam böyle söyleyince diğer adamlar hazırladıkları bütün ağuları nehre dökmüş. 
İşte o zaman daha önce hiç görmedikleri büyüklükte bir alabalık suyun yüzeyine vurmuş. Kocaman alabalık can çekişiyormuş. Adamlar gücünü kaybeden, can havaliye çırpınıp duran alabalığı yakalayarak kıyıya çekmiş.
"Bu balık bu nehrin kralıdır kesinlikle! Anneannem hep söylerdi burada nehir kralı yaşar diye."
Balık onların ellerinden kaçmaya çalışmış. Adamlar hepbirlikte balığın üzerine çullanıp, bedenleriyle balığın üzerine çökmüşler.  Sakallı adam balığın karnını bıçakla yarmış. 

"Bugün ziyafet var bu balıkla! Çok büyük yahu! Yiye yiye bitmez."

Sakallı adam böyle keyifle söylenerek balığın bıçakla yardığı karnını açtığında, adamlar gördükleri şey karşısında affalamışlar!..

Alabalığın yarılan karnından iki dango çıkmış.

"Ama bu dango... Nasıl olur? Dün rahibe verdiğimiz...’
 "O rahipti, bu nehrin kralı oydu. Bizi uyarmaya gelmiştir..’’
 "......’’ 
Adamlar bunu anladıklarında çok korkmuşlar ve ürpererek eve dönmüşler.
O günden sonra onların başlarından dert, evlerinden felaket uzun süre hiç eksik olmamış.