23 Kasım 2014 Pazar

Uzun Saçlı Prenses(髪長姫)

Evvel zaman içinde Kino ülkesi*nde balıkçı bir çift yaşarmış. Çocuk özlemi ile yanıp tutuşan bu genç çiftin çocukları olmuyormuş. Aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalamış, bir gün balıkçı adama mutlu haber verilmiş, eşi hamile imiş. Günü gelince balıkçı kadın doğum yapmış. Bir kız çocukları dünyaya gelmiş. Balıkçı karı-koca bir çocuk sahibi oldukları için mutluluktan havaya uçuyormuş. Ama bu mutluluklarına bir gölge düşmüş, çocuklarının saçı bitmiyormuş. Çocuklarının saçının çıkmasını yıllar boyunca umutla bekleyip durmuşlar. Küçük kızın saçı hiç çıkmamış. Balıkçı çift bu garip duruma bir anlam verememişler. Kızlarının saçlarının hiç bitmeyebileceğini düşündükçe de üzüntüden kahroluyorlarmış.
Aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalamış. Bir gün ufukta garip bir ışık belirmiş. Kıyıdan izleyen insanlar çok parlak bir ışık yayan bu şeyin ne olduğunu bilemedikleri için çok korkmuşlar. O ışık o andan sonra orada hep beliriyormuş. Geçimlerini balıkçılık yaparak sağlayan yöre halkını büyük bir korku sarmış, çünkü kaynağı belirsiz bir muamma olarak kalan o ışık, zaman zaman çok güçlü bir parlaklık yayıyormuş. O zaman fırtına çıkıyormuş ve balıklar ortadan çekiliyormuş. Balıkçılar artık balık tutamaz olmuş. Orası küçük bir balıkçı köyüymüş. Balık tutamadıkları zaman aç kalıyorlarmış.
Minik kızın anne-babası da bu garip ışığın sebebini merak etmişler. Bu olayların kel kızlarıyla bir ilişkisi olup olmadığını düşünmeden edememişler. Eğer minik kızlarının saçı bitmediği için köyleri cezalandırılıyorlarsa, Tanrı'dan affedilmeleri için bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünmüşler. Köylülerin denize açılmadığı bir gün, ışığın parladığı ufka gitmeye karar vermişler. Kayıkla denize açılarak, ışığa doğru kürek çekmeye başlamışlar. Işığa yaklaştıklarında yeniden büyük bir fırtına çıkmış. Çok korkmuşlar fakat geri dönmemişler. Sonunda o ışığın parladığı noktaya gelebilmişler. Işık denizin dibinden geliyormuş.
Anne, beline bir halat bağlamış, halatın ucunu ise kocasına vermiş. Korkudan ödü patlıyormuş fakat yine de fırtınalı denize dalmış. Deniz çok dalgalanmış. Anne, denizin dibine doğru dalmaya çalışırken çok güçlü parlaklık yayan o ışığı görmüş ve oraya dalmış. Işığın kaynağını görünce hayretler içinde kalmış. Denizin dibinde çok küçük bir Kan-non heykeli** varmış, o büyük ışık kaynağı o küçücük heykelcik imiş. Anne, bu kadar küçük heykelin yaydığı güçlü ışığa şaşırırken, Kan-non'un, kendi varlığını fark ettirmek için böyle parlak bir ışık saçtığını düşünmüş.
Anne, dibe dalarak Kan-non'u eline almış, kucaklayıp yukarı çıkmaya başlamış. Birden bire bir kayanın arkasına saklanmış olan büyük bir Müren balığının saldırısına uğramış. Kaçmaya çalışmış ama Müren balığı vücuduna dolandığı için hareket edememiş. Kayıktaki kocası, haladın aniden sert bir şekilde çekildiğini fark edince, aşağıda ters bir şeylerin olduğunu anlamış ve denize dalmış, dibe inmiş. O zaman karısına saldıran Müren balığını görmüş, can havliyle sevgili karısını kurtarmaya çalışmış. Kemerine takılı kılıfından avcı bıçağını çıkarıp Müren balığı ile savaşmaya başlamış. Balıkçı Müren balığı ile savaşırken serbest kalan karısı, kendisine "Git" diye işaret eden kocasını arkada bırakıp, kaçarak suyun yüzeyine çıkmış. Yüreği güm güm çarparak kocasının suyun yüzeyine çıkmasını beklemiş. Ama vakit geçtikçe acı gerçek karşısında kocasından ümidini kesmiş. Müren balığı balıkçıya dolanarak onu daha da derinlere sürüklemiş. Balıkçı son nefesini denizin dibinde vermiş.
Anne, kucağında heykel ile kıyıya dönmüş. Kayıktan kıyıya çıkar çıkmaz yere yığılmış ve oracıkta ölmüş. O anda fırtına dinmiş, deniz durulmuş. Her şey eski haline dönmüş. Denizin derinliklerine çekilen balıklar yeniden ortaya çıkmış.
Köylüler kadıncağızın etrafını sarmış. Küçük kızcağız annesine sarılarak ağlamış.
Köylüler Kan-non heykelciğini köyün en yüksek tepeciğine götürüp, orada küçük bir tapınak kurmuşlar. Tapınağın yanına da fedakar annenin kabrini yapmışlar.
Küçük kızı ise hayırsever bir köylüsü evine almış, kendi evladı gibi bakımını üstlenmiş.
Küçük kız, her gün tepeciğe çıkarak, annesinin kabristanını ziyeret etmeyi ve Kan-non'a dua etmeyi unutmamış.
Günlerden bir gün, derin bir uykuya dalmış. Rüyasına Kan-non girmiş, anne ve babasının dileğini gerçekleştireceğini söylemiş. Ertesi gün derin bir uykudan uyanan küçük kız, yüzünde hissettiği yumuşacık şeye dokununca hayretler içinde kalmış. Upuzun ipeksi simsiyah saçları varmış. Sevinçle dışarı çıkarak köyün içinde koşmaya başlamış. Sevinçten çığlıklar atarak karşısına çıkan herkese rüzgarda uçuşan ipek gibi saçlarını gösteriyormuş. Bir solukta tepeye koşmuş, Kan-non heykeline ve annesinin kabristanına gidip şükran duygularıyla teşekkür etmiş.
Küçük kız, uykusunda sahip olduğu harika saçlarının annesi ve babasının armağanı olduğu hissine kapılmış. O günden sonra saçları uzadıkça gürleşmiş, gürleştikçe uzamış. Omuzlarına dökülen ipeksi simsiyah saçları o kadar gözalıcıymış ki, herkes ona "Uzun Saçlı Prenses" demeye başlamış. Uzun Saçlı Prenses'in gerçek ismini artık kimse hatırlamıyormuş.
Uzun Saçlı Prenses saçlarını taramayı çok seviyormuş. Kuğu gibi uzun ince boynundan beyaz tenli omuzlarına dökülen saçları o kadar gürleşmiş ki, ne zaman saçlarını tarasa eline bir tutam saç gelirmiş. Artık genç bir kız olan Uzun Saçlı Prenses, saçlarını taradıkça dökülen saçlarını atmaya kıyamamış, onları bahçedeki ağacın dallarına asmış.
Bir gün Kyoto'daki Padişah, bahçesindeki kuş yuvasına asılı upuzun bir tutam saçın rüzgarda salındığını görmüş. Merakla yuvanın yanına gitmiş. Gördüğü şeye hayran olmuş; ipek gibi yumuşak, inci gibi parlak, bu simsiyah saçların süslediği başın da çok güzel olduğunu düşünmüş. Buyruk vermiş: Bu harikulade saçlar her kime aitse tez bulunup huzuruma getirilsin diye buyurmuş. Bu muhteşem saçların sahibini karım yapacağım diyerek, işin ciddiyeti konusunda herkesi uyarmış.
Saraydan dört bir yana atlılar dağılmış. Bütün ülke karış karış aranmış. Günler sonra Uzun Saçlı Prenses bulunmuş ve hemen Kyoto'ya davet edilmiş. Duyduklarına inanamayan Uzun Saçlı Prenses, bir solukta annesinin kabristanına gidip, anne ve babasına teşekkür etmiş. Olanları anlatarak, Kyoto'ya gideceğini iletmiş. Son kez vedalaşıp köyden ayrılmış.
Kyoto'da Padişah, Uzun Saçlı Prensesini heyecan ve sevinçle bekliyormuş. Simsiyah saçları omuzlarına dökülen Uzun Saçlı Prensesi görür görmez aşık olmuş. Uzun Saçlı Prenses ile padişah bir ömür boyu mutlu kutlu yaşamış.



* Kino ülkesi; Şimdiki Wakayama ili.
**Kan-non; Guan Yin. Budistler tarafından kutsal olarak kabul edilip tapılan bir merhamet tanrısı.

http://www.dailymotion.com/video/xhpk99_0040-%E9%AB%AA%E9%95%B7%E5%A7%AB_creation