Çok eski çağlarda, ihtiyarlardan nefret eden bencil bir hükümdar vardı.
Hükümdarın katı yargısına göre, ihtiyarlar hiç işe yaramazdı, onlar sadece çalışmadan yiyen tüketicilerdi.
Hükümdar, günlerden bir gün, ülkenin her köşesine tabelalar kurulmasını buyruk verdi. Tabelalarda hükümdarın şu fermanı yazılıydı:
"60 yaşını geçen bütün ihtiyarlar dağa götürülüp, terkedilecektir. Her kim bu fermanı uygulamaz ise, ailesiyle birlikte idam edilecektir."
Herkes ailesinin başına geleceklerden korktuğu için, hükümdarın bu fermanını çaresiz uygulamak zorunda kaldı.
Bu ülkede genç bir adam vardı, onun da annesi yaşlıydı.
Anacığı bir gün oğluna şunları söyledi:
"Evladım, ben yaşlandım artık, 60 yaşındayım. Hadi, beni götür, dağa bırak.
‘’Hayır anne. Öyle acımasızlığı asla yapamam.’
"Kapı komşumuz teyze de, karşı komşumuz amca da götürülüp dağa bırakılmış. Onun için sen de dert etme bunu." Anacığı nazikçe böyle söylemiş.
Oğul ertesi gün isteksizce annesini sırtlayarak dağın yolunu tuttu.
Annesi o kadar zayıf, o kadar çelimsizdi ki, kuş gibi hafif olan anacığını dağa terkedeceğini düşündükçe acıdan içi burkuldu.
Annesi ise eve dönecek oğlunu düşünüyordu, geri dönüş yolunu kaybetmesin diye kopardığı dalları işaret olarak yola atıyordu.
Dağa tırmandıkça genç adamın annesiyle olan hatıraları aklına düştü, anılar bir bir gözünün önünde canlandı.
Sonunda ayrılacakları yere vardılar. Genç adam, anacığını sırtından indirdi.
Annesi yanında getirdiği hasırı yere sererek üstüne bağdaş kurdu.
"Hadi oğlum, hava kararmadan yola koyul, yoksa geri dönemezsin. Yolun uzun." dedi annesi. Yaşlı kadıncağız bu durumda dahi sadece oğlunu düşünüyordu. O üzülmesin diye gülümseyerek sakin sakin oturuyordu.
Genç adam, için için ağlayarak anacığından ayrıldı, arkasına bakmamaya çalışarak geldiği yoldan geri dönmeye başladı.
Az sonra kar yağmaya başladı. Genç adamın aklı ise annesindeydi. Annesinin hatıraları aklını, ruhunu, yüreğini kaplamıştı.
"Karın altında annem şimdi üşüyordur. Zifiri karanlıkta buz gibi soğukta yapayalnız ölümü bekliyor.."
Bu düşünceyle olduğu yerde mıhlandı kaldı, artık bir adım daha atamadı. Hızla geri dönüp, "Anne!.. Anne!.." diye seslenerek koşmaya başladı.
Annesi hasırın üzerinde bağdaş kurmuş dua ediyordu. Oğlunun sesini duyup, karşısında onu görünce şaşırdı. Yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı...
Ana-oğul hıçkırıklar içinde ağlaşıyordu.
Genç adam annesini sırtlayıp eve döndü. Annesini evin bodrumuna sakladı.
Aradan birkaç gün geçti. Hükümdar, köylülere acayip sorular buyurdu. Hiç kimse cevap veremedi. Genç adam eve döndüğünde olanları annesine anlattı.
"Anne, külden halat yapın, diyor hükümdarımız. Bu meseleyi çözemezsek, vergimiz artırılacakmış. Çok uğraştım, ama yapamadım."
‘’Çok kolay. Öğreteyim sana."
Oğul, annesinin tembihlerine uyarak, önce hasırdan halat yaptı, sonra onu tuzlu suyun içine yatırdı, en sonunda da halatı kurutup yaktı.
Genç adam, onu dikkatli bir şekilde hükümdara götürdü.
(Hükümdar hoşnutluğunu saklamadı.)
"Güzel!. O zaman bu kez biraz daha zor bir soru çıkarayım. Burada bir sopa var. Hangi ucu kök, hangi ucu dal, cevap vermek için bir günün var.
Genç adam, yine annesine sordu. Annesi şöyle dedi:
"Suyla dolu bir kova getir. Sopayı suya sok. Suyun içine batan ucu köktür, yüzeyde kalan ucu daldır.
Genç adam, bu cevabı hükümdara götürdü. Hükümdar duydukları karşısında sevindi ve genç adamı övdü.
"Güzeel!. O zaman son olarak en zor soruyu soracağım. Tokmak vurmadan ses çıkaran bir davul yapıp getir."
Genç adam, bu imkansız diye üzüldü, umutsuzluğa kapıldı. Davulu eve götürdü ve yine annesinden medet umdu.
"Kolay, oğlum. Dağdan bir düzine kadar arı getir önce."
Genç adam arılarla dönünce, annesi, davulun derisini bir noktasından hafifçe aralayarak, arıları içine saldı. Davulun içine hapsolan arılar vızıldayarak dönmeyen başladı. Böylece davuldan güzel sesler çıkmaya başladı.
Genç adam vızıldayan davulu alıp hükümdarın karşısına çıktı.
‘’Çok güzel. Hepsini sen mi çözdün?’’ diye sordu hükümdar.
"Hünkarım, doğrusunu bilmek isterseniz, size işin aslını söyleyeyim. Bu problemleri çözen kişi annemdir. Siz, yaşlılarımızı dağa terketmemizi buyurdunuz. Ama ben bunu yapamadım... Annemi sakladım. Yaşlı insanlar bedenen güçten düşmüş olsalar da, gençlere yol gösterecek bilgi ve tecrübeye sahiptirler.
Bu söz karşısında hükümdar biraz düşündü. Sonra da şöyle dedi:
"Bu düşünce çok doğru.. Ben yanlış yaptım. Bu andan itibaren yaşlı insanları dağa terketme buyruğumu hükümsüz kılıyorum.
Sonra, hükümdar, yeni bir ferman çıkararak, yaşlılara mutlak surette saygı gösterilmesini buyurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder