31 Ocak 2014 Cuma

Altın Patlıcan(金のなすび)







Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir hükümdar ve onun dünyalar güzeli bir karısı varmış.
Kraliçe hamileymiş. Ama hükümdarın bundan haberi yokmuş.



Bir gün sarayda şölen verilmiş. Bütün ileri gelenler davet edilmiş. Hükümdar ve

kraliçe tahtlarına kurulmuş, şölen başlamış. Fakat herkesi kıkır kıkır güldüren, hükümdarı ise küplere bindiren bir şey olmuş. Kraliçe,"pırrrttt!.." diye osurmuş...
Öfkeyle burnundan soluyan hükümdar, Kraliçe'yi çın çın öten sesiyle azarlamış:

"Küstah! Terbiyesiz! Sen Kraliçem olmaya layık değilsin. Seni saraydan sürgüne göndereceğim." diye kükremiş.. Karısını bir daha affetmeyen hükümdar, Kraliçe'yi sürgün adasına yollamış.


Kraliçe sürgünde doğurmuş, bir oğlu olmuş. Yoksulluk içindeki kraliçe, yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, oğlunu çile içinde büyütmüş.


Oğul, adadaki diğer çocuklarla oynarken, babasız olduğu için alay ediliyor, hoyratça iitilip kakılıyormuş. Bu aşağılanmalara katlanamadığı bir gün annesine gitmiş ve babasını sormuş.

Annesi gerçeği oğlundan artık saklamamış. Babasının hükümdar olduğunu söylemiş. Kendisinin de kraliçe olduğunu, Sarayda verilen şölen esnasında kendisini tutamayıp herkesin içinde osurduğu için de sürgüne yollandığını bir bir anlatmış.
Oğul, gerçeği öğrenince bu durumu kabullenemeyeceğini anlamış.
"Ben babamın hükümdar olduğunu bilmeden büyüdüm. Ama annem Kraliçe idi. Hiçbir suçu yokken, yoksulluk ve yalnızlık içinde bir hayata mahkum oldu. Bu anneme de, bana da büyük haksızlık. Biz neden sürgündeki bu yoksul hayatı sürdürmek zorundayız ki?" diye düşündükçe isyanı kabarmış.
Enine boyuna düşünüp taşındıktan sonra, bir karara varmış. Almış olduğu kararı annesine bildirmiş:
"Anne, ben yola çıkıyorum. Babamla görüşeceğim" deyip, yanına patlıcan fideleri alarak yola koyulmuş.

Adadan tek başına kayıkla ayrılmış, denizi aşıp karşı kıyıya varmış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Nihayet surlarla çevrili kalenin olduğu şehre varmış. Bağıra çağıra patlıcan fidelerini satmaya başlamış: "Duyduk duymadık demeyiin, altın patlıcan fidesi satıyorum. Altın patlıcan fidesi vaaar."


Şehirde altın patlıcan fidesi satan yabancı bir satıcının varlığı anında hükümdara bildirilmiş. Hükümdar altın fideyi ve satıcısını görmek istemiş ve buyruk vermiş:

"Derhal o satıcıyı huzuruma getirin!"

Oğul, yaka paça derhal hükümdarın huzuruna çıkarılmış.

Hükümdar:"Bu sattığın fideler altın patlıcan mı olacak, bu doğru mu?" diye sormuş. "Ben böyle bir şeyi daha önce ne duydum, ne de gördüm. Bu fideleri büyütmek istersem eğer, nasıl büyüteceğim? Isteyen herkesin yapabileceği bir iş midir bu?" demiş.
Oğul şöyle cevap vermiş:
"Maalesef hayır, hükümdarım! Herkes bu fideleri büyütemez. Bu patlıcan fidelerini büyütebilmenin püf noktası şudur. Hayatında bir kez olsun osurmamış bir kişi bu fideleri büyütebilir. Sedece hiç osurmamış bir kişi büyütürse bu fideler altın patlıcan verebilir." demiş.
Bu sözleri duyan herkes kıkırdamış. Padişahın karşısında kahkahalarla gelmemek için kendilerini zor tutuyorlarmış.
Hükümdar ise kızmış. Sarayın her köşesinde çın çın öten sesiyle kükremiş:"Saçma sapan konuşma. Hiç osurmayan insan olur muymuş? Herkes osurur bu dünyada. Yıkıl karşımdan. Eğer bir sahtekar isen, sattığın şey sahte ise seni cezalandıracağım." diye bağırmış.

"Yani... Sizin uyruğunuz altındaki herkes rahatça osurabilir mi diyorsunuz? Bu ülkede osurmak suç değil mi, diyorsunuz." demiş, oğul.


"Osuruğun cezalandırılması gibi bir saçmalık da nereden aklınıza düşer? Öyle küçük, ossuruktan şeyleri cezalandırırsam bu ülkenin çivisi çıkar." diye cevap vermiş, Hükümdar.


"Hımm! Fakat hükümdarım, benim annem küçücük bir pırt yaptı diye sarayınızdan uzaklaştırıldı, sürgün adasına yolandı. Onu unuttunuz mu?" demiş, Oğul.


Hükümdar, bu sözleri duyunca şaşırmış. Genç adamı dikkatle süzmeye başlamış. Ve o zaman farketmiş ki, karşısında duran genç adamın gözleri ve burnu tıpatıp kendi gözleri ve burnuymuş. Gerçeği bir anda anlamış. Varlığını o anda öğrendiği oğlunun,  "Altın patlıcan" hikayesini niçin uydurduğunu kavramış. Ve genç adamı karşısına alarak her şeyi anlatmasını istemiş. Karısını saraydan sürdükten sonra olan biten herşeyi öğrenmiş.


Sonra da şöyle demiş: "Oğlum, hepsi benim suçum. Size yaşatmış olduğum bütün o sıkıntılar ve üzüntüler için beni bağışla!. Artık bütün bu acılar geride kalsın. Gidip karımı alalım, saraya getirelim." demiş ve oğluna sarılıp onu sımsıkı kucaklamış.


Onlar hep beraber mutlu kutlu bir yaşam sürmüşler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder